
3/29/2012 12:21:00 ÖS

babamonk
1 yorum
Kışa girerken, sonbaharın son günlerinde KüçükBahçem'deki
domatesleri, biberleri ve patlıcanları söktükten sonra bahçe boş kalmasın diye küçük bir alana turp ve lahana tohumları serpmiştim. İlk fotoğrafta sağda görüldüğü gibi bol miktarda çimlenmişlerdi. Niyetim bunları çimlendikten sonra seyrekleştirmek, şaşırtmasını yapmaktı. Kısmen de yaptım, aralardan söktüğüm fidelerden bazılarını komşulara dağıttım. Fakat sanırım KüçükBahçem'i gözümde çok büyütmüşüm ya da lahanaları çok küçük görmüşüm ki yine de düşündüğüm kadar seyrelmemiş.
Zaten çok geçmedi KüçükBahçem'e ve dolayısı ile
küçük seramın üstüne kar yağdı. Kar yağdı ve
uzunca bir süre de kalkmadı.
...ve nihayet artık karlar eridi, bahçem gün yüzüne çıktı. Geçtiğimiz hafta sonu güneşli ve nipeten sıcak havayı fırsat bilip KüçükBahçem'de sezonu açtım.
2012 sezonunda ilk kazmayı, ilk çapayı vurdum toprağa. Fotoğraflardan da anlaşılabileceği gibi, sera görevini yerine getirmiş. O kadar kara, ayaza, haftalarca süren Eskişehir'in sıfırın altındaki soğuğuna rağmen seranın içindeki bitkiler hayatta kalmayı başarabilmişler, dışarıda kalanların tersine. Özellikle de pepinolar anında kurumuşlar ayazı donu görünce.
Sera işe yaramış, öyle ki seranın içindeki bitki örtüsü bile değişmiş. İçeriye aldığım saksılarda yayılıcı türden olduğunu sandığım bitkiler türemişler.
Seranın içindeki cherry turpları topladım. Çok sıkışık olmasına karşın yine de bana "turp yetiştirdim" diyebilecek kadar olmuşlar. (Tek rakibim yine kendimim. Şimdi buradaki misket kadar turbu gören turp üreticileri lütfen dalga geçmesin benimle). Buna karşın lahanalardan ürün alamadım doğal olarak. Bol bol yaprak var ama meyve verememişler. Belki de ben acele ettim, hepsini söktüm gitti. Yeni sezon için, çimlendirme yapabilmek için küçük seramı temizledim. Sadece naneler kaldılar bir kenarda.
Çapalarken elime geçen toprağın ücretsiz işçileri olan solucanları zayi etmeden yeniden toprağa bıraktım, onlar bize lazım...
İşlem tamamlandıktan sonra bir iki haftalığına nadasa bırakılmış olan seramın içini görüyorsunuz aşağıdaki fotoğrafta.
Çimlendirme faaliyetlerine başlıyorum pek yakında, takipçilerime gelişmeleri yien buradan aktaracağım.
Selam ve saygılarımla, sağlıcakla kalın...

3/26/2012 01:28:00 ÖS

babamonk
2 yorum
Malum, çağımızın en büyük illetlerinden birisi kanser hastalığı. Kanserin eski çağlarda da görüldüğü arkeolojik buluntularda yapılan araştırmalarla kanıtlandı. Son yıllarda kanser vakaları müthiş bir patlama gösterdi. Bir çok uzman bunu kimyasal ürünlerin yoğun kullanılmasına özellikle de gıdalarımızda katkı maddelerinin bilinçsizce kullanılmasına bağlıyor. Daha fazla kar elde edebilmek için doğallıktan uzak yöntemlerle yetiştirilen sebze, meyveler, GDO'lu besinler ve bunlarla beslenenen hayvanlar... Hatta bu aralar tvlerde bol bol reklamını gördüğümüz fabrika yapımı, arıların üretmediği ballar bu illetin başlıca sebeplerinden olsa gerek.
Gıdadaki bu tehlikeyi farkeden insanlar eski usüllere dönme çabasında adına da organik tarım deniyor, aslında bildiğimiz annelerimizin, dedelerimizin kullandığı yöntemler...
Face'den gelen bir yazıyı burada da paylaşmak istiyorum. Bu yazıda yine eski ama en doğal yöntemlerle çok da basit ve ucuz bir şekilde sağlıklı kalabilmenin ve hatta kansere karşı bir direnç geliştirebilmenin bir yolu anlatılıyor.
Aynen paylaşıyorum;
KANSERİN ÖLÜMÜ
Buğday çimi ekiniz ve yiyiniz, buğday şırası yapınız ve içiniz.
Kanseri engelleyen besinlerin başında atalarımızın Orta Asya'da içtikleri Buğday şırası geliyor.
Klasik tedavi yöntemlerini reddeden tüm doktorların ortak iddiası, buğday çimi yenilmesi ve buğday şırası içilmesi Pakistan'daki Hunzakut Prensliği'nde kanserden ölüm yok. Ayrıca Hunzakutlular, acı badem ve kayısı çekirdeğini yiyorlar ve kansere yakalanmıyorlar. Türkiye'de acı badem ve kayısı tüketilen bölgelerde kanser vakalarının azlığı dikkat çekiyor.
Ödemiş'le Salihli arasında, binbir efsaneye konu olmuş Bozdağ'ın eteklerinde cennet gölcük kıyısında kanseri yenen, bu zaferi kazandıktan sonra mücadelesi herkese örnek olsun diyerek bir de kitap yazan Doktor İlhami Güneral ile sohbetimiz sürüyor.
Önemli olan bağışıklık sisteminin güçlendirilmesidir.
Bağışıklık sistemini güçlendirmek çok da zor bir şey değildir.
Buğday müthiş bir kanser ilacıdır.
Buğday şırası kanseri önler ve bu önemli bir bitkisel tedavi aracıdır.
Buğday çimi, bol klorofil maddesi dışında 100 kadar vitamin, mineral ve besin maddesi içerir.
Taze olarak kullanılan buğday çiminde, aynı ağırlıktaki portakaldan 60 kez daha fazla C vitamini ve aynı ağırlıktaki ıspanaktan 8 kat fazla demir bulunmaktadır.
Buğdayın bir başka özelliği ise kandaki toksinleri nötralize eden maddeler içermesidir.
Sıvı oksijenle dopdolu olan buğday çimi doğanın en güçlü anti kanseri olan 'laetril' içermektedir.
Izgara etler ve füme besinlerin kanserojen maddeler taşıdığı kanıtlanmıştır. (Japon Bilim Adamı Nagivara)
Japon Bilim Adamı Nagivara, taze buğday çiminde bu maddeyi etkisiz hale getiren enzimler ve amino asitler bulmuştur.
* Buğday çimini evde üretebilir miyiz?
* Evde de üretilebilir, küçük bir saksıda bile üretilebilir ve olduğu gibi yenebilir, evde üretemeyenlere tavsiyemiz ise buğday şırası üretmeleri....
* Buğday şırasını herkes üretebilir mi?
* Evet herkes üretebilir. İsterseniz tarif edeyim. Bir bardak aşurelik buğday, önce tertemiz yıkanarak bir litrelik cam kavanoza konur. Üzerine 3 bardak su klorlu olmamak şartıyla ilave edilir. Kavanozun ağzı bir tülbentle kapatılarak serin bir yerde 24 saat bekletilir. Bu ilk su kullanılmaz, dökülür. Kavanoza yeniden 3 bardak su ilave edilir. 24 saat bekletildikten sonra oluşan yarı gazozlu su içilmek üzere bir kaba aktarılır. Böylece bir bardak aşurelik buğdaydan kış aylarında günde 5 kez, yazın ise günde 3 kez şıra alınır. Buğday şırasının lezzeti bazılarına itici gelebilir. O takdirde her şıra bardağına bir C vitamini tableti eklenirse, nefis bir içecek ortaya çıkar.
* Az önce sözünü ettiğimiz 'laetril' buğday çiminden başka nelerde bulunur? Çünkü anlaşılıyor ki, 'laetril' kanserin tedavisinde en etkin maddelerden biri...
* Elmanın çekirdeğini de yiyin! Evet, Türkiye'de en kolay laetril'e ulaşabileceğimiz yer acı badem ve kayısı çekirdeğidir. Ayrıca laetril elma çekirdeğinde de vardır. Elmanın çekirdeği yenilirse çok da iyi olur. Amerika'daki ilaç sanayinin maşaları bu 'laetril' adlı ilacı yasaklatmayı başarmışlardır ama Meksika'da satılan 'laetril' bu ülkeden alınıp kaçak olarak ABD'ye sokulmaktadır. Laetril, vitamin ve minerallerle verildiğinde çok daha iyi sonuçlar alınmaktadır. 'Kanserin Ölümü' adlı kitabında Manner, laetril ile yüzde 90 başarı kazandığını söylemişti.
* Acı badem ve kayısı çekirdeği de laetril içeriyor öyle mi?
* Evet öyle. Türkiye'de acı badem ve kayısı çekirdeğinin sıkça tüketildiği yerlerde resmi bir istatistik yok ama kanser vakalarının az olduğuna inanılıyor. Resmi istatistik yapılan bir ülke var. Pakistan'a komşu küçük bir prenslik olan Hunzakut'ta şimdiye kadar hiç kanser olayına rastlanmadı. Hanzakut'un özelliği temel besinleri kayısı ve kayısı çekirdeği.
* Dünyada bugün kullanılmakta olan kemoterapi ve radyoterapi bağışıklık sistemini bozduğunu iddia ediyorsunuz alternatif tedavilerin bir sıralamasını yapsak en öne hangisini koyarsınız?
* Önceliği bağışıklık sistemini güçlendiren tedavilere veririm, daha sonra biyolojik tedaviler ve bitkisel tedaviler gelir. Bağışıklık sistemi konusunda Alman doktor Issel'in tüm beden tedavisi bugün bu ülkedeki 60/70 klinikte başarı ile uygulanmaktadır.
Başarılı bir yöntem: Tüm beden tedavisi
* Tüm beden tedavisi nedir?
* Joseph Issel de bizim gibi kanseri lokal bir hastalık olarak değil, tüm vücudu ilgilendiren sistemik bir hastalık olarak ele alıyordu. Ona göre vücutta sürekli olarak kanser hücreleri ürüyor fakat sağlıklı bir bağışıklık sistemi bu hücreleri hemen tahrip ediyordu. Issel'in bir diğer tedavi yöntemide, ayda bir olmak üzere, özel olarak muamele görmüş bir kolibasil aşısı olan Pyrifer ile ateş şoku tedavisi idi. Bu yöntemle hastadan bir miktar kan alınıyor, bunu ozon oksijen birleşim ile karıştırarak yeniden hastanın damarından enjekte ediyordu. Binlerce kanser hastası bu yöntemle iyileşmişti.Eski Sovyetler'de, şimdiki Rusya'da bu yöntem halen kullanılıyor.
Dr. Serap KIRMIZI
Uludag University
Faculty of Science and Arts Department of Biology

Konuyla ilgili diğer yorumlardan bazıları
Çocukluğumun yılları hatırladığım bildiğim kadarıyla 1952 yılları ve evveline rastlar. O yıllarda Annem bugday tanelerini, lokum kutularına ya da sahan denen tepsilere pamuk içine eker çıkan yem yeşil ekini, 10 ya da 15 cm ken keser onu ezer unla karışımına şekerde katar pişirirdi. Adına UHUT denirdi. Tüm hastalıklara ilaçtır diye bizlere yedirilirdi. Yıl 2011 bu gün aynı buğday filizleri kansere ilaç olarak gündemde. Bilime inanan biri olarak doğruluyorum. Deva olsun diyorum.
V.KARACA
Arkadaşlar. Yeniköy Mimarlar Sitesinde komşum ve meslekdaşıma 30 yıl evvel doktorlar 6 ay ömrü kaldığını söylediler. Ailesini bu sonuca alıştırdı; evin tüm ihtiyaçlarını gördü, temin etti; kendini ölüme hazırladı.
Buğday çimlenmesinin hastalığa iyi geldiğini bir yerde okumuş. Evin bir odasına toprak döşedi; orada buğday yetiştirdi; buğday çimini mikserde öğüterek her gün ve devamlı içti. 30 yıldır yaşıyor. Artık çime de gereksinimi kalmadı. Sağlıklı günler dileğiyle...
Yılmaz Ergüvenç
Şuralarda da buğday çimi ve faydaları hakkında güzel yazılar var:
http://cimsuyu.deposu.com/bugday_ciminin_faydalari.htm
http://www.anadolutayfasi.net/alternatif-saglik/55654-bugday-cimi-suyu-faydalari-kansere-karsi-bugday-cimi-suyu.html
Herkese sağlıklı günler, hastalara da Allah'tan acil şifalar dilerim.

3/15/2012 05:01:00 ÖS

babamonk
Henüz yorum yapılmamış
Yıllardır şikayet eder dururdum "Nerde o eski kışlar? Şimdikiler de kar mı, ben eskiden okula giderken kar belime kadar gelirdi" diye. (O zamanlarki boyum şimdiki belime kadardı ya neyse artık)
Bu sene de kar bir yağdı hala kalkmadı yerden. Geçen gün Eskişehir'den İstanbul'a gidip gelmem gerekti, tam bir macera. O macerayı kardeş sitemiz
www.babamonk.com 'da anlatacağım anlattım meraklısına. Gültepe - Korutepe tünelllerinde saatlerce mahsur kaldığımızı falan...Şimdiki konumuz KüçükBahçem ve KüçükSeram.
Geçen hafta sonu güneş çıkar gibi oldu, hava biraz ısındı karlar eridi diye sevinmiştik ama ertesi sabah durum aynen aşağıdaki gibiydi.
 |
KüçükSeram'ın üstündeki kar örtüsü |
Fotoğrafta da görüldüğü gibi KüçükSeramın üzerini kar örtmüş durumda. Yine de
sağlam yapmışım ki o kadar
kara hatta
dona rağmen çökmedi.
Kar örtüsü sadece seranın üzerinde değilki, koskoca KüçükBahçem'in seraya kadar uzanan upuzun yolları da karla kapalı olduğundan serama ulaşmakta güçlük çekiyorum :)
 |
KüçükBahçem de karlar altında, seraya giden yollar kapalı |
Neyse mart geldi, cemreler de düştü. İnşallah yakında hava ısınmaya başlar...
Esen kalın.
3 Mart 2012 / Eskişehir

2/28/2012 10:31:00 ÖS

babamonk
13 yorum
Bahar gelip de havalar ve toprak ısınmaya başladığında, benim gibi bahçecilik takıntısı olanların da içinde bir kıpırtı başlar. Aslında o kıpırtı sürekli vardır bizim gibilerinde; bahar gelince artık içine sığmamaya başlar. Doğanın canlandığı gibi insanın da içinde bir şeyler uyanma eğilimindedir. (Mart-kedi-dam üçlemesi konumuz dışındadır, lütfen!)
Bu zamanlarda bizim Pembe Domates Ağı'mızda da bir hareketlilik başlar. Tecrübeliler geçilen sezondaki tecrübelerini paylaşırlarken, diğer bir deyişle tabirimi hoş görün "havasını atıp keyfini sürerlerken" aramıza yeni katılanlar da tohum talebinde bulunurlar...
Geçtiğimiz 2011 yılında, kendi çapımda elimdeki
pembe domates tohumlarını paylaşıma açmıştım. Bu tür şeyleri paylaşmak isteyince facebook'daki kadar kolay olmuyor maalesef. Öncelikle tohum zarflarını hazırladık. İçlerine elimdeki tohum stoğu dahilinde 6-7şer adet pembe domates tohumu koyduk, hediyesi olarak da başka bir zarfa bir kaç tane biber tohumu...
Sonra oğlum OğulMonk'la birlikte zarfları kapattık birer birer.
İşyerindeki arkadaşlarımdan da kargo paketi yapma konusunda destek aldım, eksik olmasınlar. Sonra da talep sahiplerine kargoladık tohumları.
Gel zaman git zaman, biz kendi KüçükBahçem'izde kendi domateslerimizle meşgulken, gönderdiğimiz tohumlar da bir yerlerde yetiştirilmişler. Bakınız fotoğraflarını bizimle paylaşan PDA üyelerinin gönderdiklerinden bazıları aşağıda. İnşallah diğer tohumlar da tutmuştur ve domates vermişlerdir.
Şu gelen e-posta ne kadar da güzel, her şeye değer; eksik olmasınlar. İnsan bu vesile ile paylaşmanın tadını alıyor. Bazı şeyler gerçekten de paylaşıldıkça kıymetleniyor.
Umarım bu sene de pembe domateslerimizden elde ettiğimiz tohumlar eş-dostla, hatta uzaktaki meraklıları ile paylaşılır. Pembe Domates Ağı'nı kurmak suretiyle yüzlerce kişiyi buluşturan, güzel paylaşımlara ve GDO'suz pembe domatesin yaygınlaşmasına vesile olanlara da selam ve hürmetlerimle...
.

2/27/2012 12:18:00 ÖÖ

babamonk
Henüz yorum yapılmamış

Başlıkta 30 bin yıl yazıyor ama aslında Rus biliminsanları karbon testlerine göre 31800 ± 300 yaşındaki bir tohumu çimlendirmeyi başarmışlar. Bu tarihler kabaca buzul çağına denk gelmekte. Soil Cryology laboratuarının biliminsanları, 2007 yılında Sibirya'nın Kolima bölgesinde, bir sincabın saklamış olabileceği tahmin edilen "Silene stenophylla" isimli bir bitkinin tohumlarını buldular.
Çalışma ekibinden Stanislav Gubin, sincapların yaşadığı yerleri yıllarca didik didik aradıklarını ve nihayetinde yerin 38 metre altında, birçok at, geyik, mamut, bizon gibi memelilerin fosillerinin arasında bu tohumları bulduklarını söylüyor. Tohumların aşırı soğuk tarafından korunması ona “donmuş bir gen
havuzu” sağlamış.
Bugüne kadar en yaşlı tohumdan çimlendirilebilmiş bitki
Daha önce de Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünce yürütülen kazıda, Kütahya Seyitömer Höyüğü'nde, 4 bin yıl öncesine ait olduğu belirlenen mercimek tohumları bulunmuş ve yine aynı üniversitenin
Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü tarafından "doku kültürüyle" çoğaltılarak toprakta çimlendirilmişti. Bu tür çalışmaları yürekten kutlamak lazım, çünkü %100 GDO'suz (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) hatta çapraz döllemelere maruz kalmamış (hibrit olmayan) tohumlar elde edilebiliyor bu sayede.
Bu da bizim 4 bin yıllık tohumdan çimlendirmeyi başardığımız bir mercimek tohumu
Çalışmayla elde edilen bilgiler ışığında dünya üzerinden uzun yıllar önce silinmiş canlıların donmuş nehir yatakları gibi bölgelerde kalıntıları bulunabilirse, tekrar yaşama döndürülebileceğine inanılmakta.
Ne dersiniz bu gidişle Jurrassic Park gerçek olacak galiba.
Dip not: Burada bir şeyi itiraf etmem gerekiyor. Daha önce Türkiye'de böyle bir çalışma yapılıp da 4 bin yıllık bir mercimek tohumunun çimlendirildiğini okuduğumda bu işte kullanılan saksıya bakarak bu işe ve çalışmaya verdiğimiz kıymetin ne kadar da az olduğunu eleştirmiştim. Amacım kesinlikle bu çalışmayı yapanları değil bu çalışmalar için ayrılan bütçeleri eleştirmekti aslında. Şimdi Rusların saksısına bakınca görüyorum ki bizim saksılar daha iyiymiş hiç olmazsa:)
Kaynaklar:
http://thetechjournal.com/science/30000-years-old-buried-plants-coming-back-to-life.xhtml
http://en.wikipedia.org/wiki/Silene_stenophylla
http://www.nydailynews.com/news/world/russian-scientists-revive-ice-age-plant-article-1.1025943
Sayfamdaki yazılar kaynak gösterilerek ve bu sayfanın adresi verilerek kullanılabilir.
Sayfamda bazı yazılarımda bahsetmiş olduğum yöntemler kendi öğrendiklerimi, denediklerimi paylaşmak amacıyla yazılmıştır. Yapılan denemelerin sonuçları da yine burada paylaşılmaktadır. Tarif edilenlerin yanlış/eksik uygulanması, yazı dizilerinin tamamının okunmaması, vb herhangi bir nedenden dolayı istenmeyen sonuçlar elde edilmesi, beklenen sonucun elde edilememesi ve/veya karşılaşılabilecek herhangi bir zarardan dolayı sorumlu tutulamayacağımı bilgilerinize sunarım.
Kaynak belirterek ya da belirtmeden kullandığım yazılarımdan dolayı herhangi bir rahatsızlık duyan, haksızlığa uğradığını düşünen beni haberdar ettiği zaman ilgili yazıyı yeniden gözden geçireceğimi, şikayetinde haklıysa yazıda gerekli düzeltmeyi ivedilikle yapacağımı taahhüt ederim.
-=(RaideR)=-